Paylaş

” Bulunduğumuz yerin en iyi tarafını görüp, kötü taraflarını ise düzeltmeye çalıştık.”

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Türkan ve Güney Menteş.
Ne zaman geldiniz Kanada’ya?
Güney: 1965 yılı Şubat ayının 14’ünde.
Türkan: Ben daha sonra, 68’de geldim.
Güney bey, nasıl oldu gelişiniz?
Türkiye’den mezun olup askerliğimi yaptıktan sonra ayrıldım. Kanada’ya gelmeden önce Fransa devletinin bir bursuyla Fransa’ya gittim.
Kanada’yı neden tercih ettiniz?
Buraya Fransa kontenjanından gelmiştim. Sonra güzel bir iş bulunca kalmaya karar verdim.
Kolayca iş buldunuz yani?
Burada savaş sonu kalkınmasıydı ve insan gücü çok azdı. Gazeteler özellikle mühendisler için çok iş imkanıyla doluydu. 15 ilan seçip başvurdum, 15’ine de kabul oldum.
Ülkeye yeni gelen göçmenler çoğu zaman kapasitelerinin çok altında mevkilerde görev alıyorlar. Bulduğunuz o işler sizi tatmin edecek işler miydi?
Benim geldiğim yıllarda öyle bir sorun yoktu. Açıkçası Kanada ileri bir demokrasiye sahipti fakat bizim hayal ettiğimiz anlamda çok parlak bir yer değildi. Dediğim gibi, kalkınmaya ihtiyaç vardı. Toronto çok büyük bir köye benziyordu. Mesela o yıllarda Toronto’daki en yüksek bina 15 katlı Royal York Oteli’ydi. Bütün bu kalkınma 1965’ten sonra oldu.
O zaman da çokkültürlülük şimdiki gibi kabul gören bir kavram mıydı?
Çokkültürlülük lafı çok geçmiyordu fakat yabancılara karşı bir önyargı görmedim ben. Bazı söylentiler duydum sadece. Ben geldikten birkaç sene sonra Pierre Trudeau iktidara geldi ve Kanada’nın rengi tamamen değişti.
Baba Trudeau birçok yeni kanun yapmış…
Daha ziyade İngiltere’yle olan bağlantıları düzene soktu. Çünkü Kanada yönetimi İngiltere’ye sıkı sıkıya bağlıydı. O yılarda, Anasaya Londra’dan getirildi ve yönetim kanunlarında önemli değişiklikler yapıldı. Böylece, Kanada bağımsız bir devlet statüsüne kavuştu ve kapılarını tüm dünyaya açtı.
Bir ayrımcılıkla karşılaştınız mı?
Hayır. Gerek iş hayatımda gerekse özel hayatımda dostane tavırlarla karşılaştım. Bence yabancılar gelmeseydi Kanada bu kadar ilerleyemezdi. Burası Avrupa’yla Kuzey Amerika arasında bir alaşım olmuştur; bunu yapan da göçmenlerdir.
Bu arada dil problemini nasıl aştınız?
Hala çok aşmış değilim.
Gülüşmeler…
Ben zihin yapım icabı dili anlamayı çabuk öğreniyorum fakat konuşmasını değil.
Anlıyorum ama konuşamıyorum sendromu yani…
Gülüşmeler…
İlk geldiğimizde Abitibi kağıt şirketinde sözlü mülakata gittiğimde mühendisler odasına üye olup olmadığımı sordular. Üye olmak için 6 ay çalışmam gerektiğini söyledim. Bu durumda 6 ay çalıştıktan sonra oradan ayrılmayacağıma nasıl güveneceklerini sordular. Ne dediklerini mükemmelen anlıyorum fakat cevap vermem lazım. Düşündüm, şöyle söyledim. ‘Me good, you good, why do I go’. Başmühendis yanındaki mühendise göz kırptıktan sonra ‘We good, you good, You are hired’, dedi.
Gülüşmeler…
Sonradan bana konferanslar verdirttiler, terfiler aldım tabi.
Bu arada barınma sorununu nasıl hallettiniz? Bir tanıdığınız var mıydı?
Gençlik işte. Kanada hakkında bilgim vardı. Biraz param da vardı. Bir sorun olmadı. Toronto’da bir otele girdim. Bir süre sonra gazeteden bir ilandan ev buldum. Aylık kirası 90 dolar olan iki odalı bir apartman daireseydi.
Türkiye’ye sık sık gidip geliyor musunuz?
Her sene gitmeye gayret ettim.
Onlar nasıl kabul ettiler ülkeden ayrılmanızı?
Fransa’ya 6 aylığına gitmiştim. Orada staj yaptığım şirket bana iş teklif edince orada kalmaya karar verdim. Sonra Kanada’ya geldim. İşler birbirini kovalayınca da geri dönmedim.

Şimdi de Türkan hanıma dönelim. Güney bey Kanada’da iş buldu, sonra Türkiye’ye mi döndü?
Türkiye’ye dönmedi. Biz onunla askerde tanıştık.
Aaaa!
Ben Deniz Kuvvetleri’nde subaydım.
Kaç bey vardı emrinizde?
400.
Hikayenizi duymak için sabırsızlanıyorum.
İzmit Lisesi’nden mezun oldum. Bir askerlik hocamız vardı; bütün kızlar ona hayrandı. Okulun son günü hepimize üniversitede ne yapacağımızı sordu. Herkes bir şeyler söyledi. Ben de ‘kızları askere alsalardı ben asker olurdum’, dedim. Hocamız ‘içinizden bir tek Türkan asker olmak istedi, o da olamayacak’, deyince çok kötü hissetmiştim kendimi. Abim hava subayıydı, Almanya’da jet pilotluğu öğretiyordu, hep ona gıpta ederdim. O yazın sonunda gazetede kızların da asker olabileceklerine dair bir ilan çıktı. Babam önce itiraz etti. Annemi kandırdım, hava hastanesinde muayene olmaya gittim. Hava Harp Okulu’na gittiğimde bir baktım, abim gelmiş. Bana üniversiteye gidip askeri talebe olarak eğitim almamı öğütledi. Abimle Ankara’ya gittik. Orada kütüphanecilik ve edebiyat bölümlerini seçtim. Dil Tarih’te 4 sene askeri öğrenci olarak okuyup, teğmen rütbesiyle mezun oldum.
Yani hem üniversite hem askeri okulda okudunuz.
Evet, sabahları askeri araba bizi üniversiteye götürürdü, akşamları da derslerimiz bitince harp okuluna geri getirirdi. Okulun yanısıra askeri eğitim de alırdık.
Çok kız var mıydı?
15 kızdık. Ama Deniz Kuvvetlerinde 2 kişiydik.
Mezun olduktan sonra ne oldu?
Beni Deniz Harp Okulu’na Müze ve Kütüphane müdürü olarak tayin ettiler. Bu arada Genelkurmay beni Ankara’ya istedi. Deniz Kuvvetleri 1 seneliğine vermeye razı oldu. 1960-70 yılları arasında Deniz Harp Okulu’nda çalıştım.


Güney beyle nasıl tanıştınız?
Onun yedek subaylığında tanıştık.
Asker arkadaşınız.
Evet. Güney asteğmendi, ben teğmendim.
Onun üst rütbesindeydiniz yani.
Evet. Çok arkadaşlık yapmadık. Sonra o Paris’e gitti. Birbirimize kart yollardık. 68 senesinde Deniz Harp Okulu’na telefon açtı. Beni görmeye gelmek istediğini söyledi. Herkese açık bir yer olduğu için gelebileceğini söyledim. Geldiğinde artık hazır olduğunu söyleyerek evlenme teklif etti. Hem aileme hem amirime sormasını söyledim. Nişanlandıktan sonra Güney Kanada’ya döndü. O sırada Kıbrıs sorunu başladı.
1974.
Hayır, 68. O sene ben yurtdışına çıkmak için Deniz Kuvvetleri’ne müracaat ettim. İsteyen subayları bilgi görgü arttırma ve dil eğitimi almak üzere yurt dışına gönderiyorlardı. Fakat Kıbrıs sorunu çıkınca bütün izinleri askıya aldılar. 1 sene orada bekledim. Ertesi sene Güney Türkiye’ye geldi, evlendik. Sonra buraya geldik. 1 sene burada kaldım. Sonra bebeğim olduğu için iznimin uzatılmasını talep ettim. 6 ay daha izin verdiler. Kızım 5 aylıkken Türkiye’ye dönüp Deniz Harp Okulu’nda 1 senelik mecburi hizmetimi tamamladım. Fakat sonra eşim burada olduğu için istifa edip Kanada’da yaşamaya başladım. Sonra ikinci kızım oldu.
Siz Kanada’yı nasıl buldunuz?
İlk zamanlar pek birşey anlamadım. Türkiye’de deniz üstünde lojmanım vardı. Buraya gelince otel gibi geldi apartmanlar. Biraz şaşırdım. Zamanla alıştım. Evlendikten 1 sene sonra dönelim diye konuştuk. 50 sene oluyor, hala dönüyoruz.
Gülüşmeler…
Şimdi ben de istemiyorum dönmeyi. Çocuklar olunca ilk önce onların hayatlarını düşünüyorsunuz. Herkes çocukları için buraya geliyor; biz zaten buradayız. Hiç pişman değilim.
Film gibi hikayeniz.
Evlendiğimiz zaman babam keşke Avrupa’da olsaydınız demişti.
Şimdi işimiz daha kolay. En azından direkt uçuşlar var.
Eskiden sadece 20 kilo bagaj hakkımız vardı. O bile sorun oluyordu. Üstelik şimdiki gibi telefonlar da yoktu. Telefon etmek istediğimiz zaman Atina’dan ya da Montreal’dan bağlanıyordu. Orada da gidip postanede bekliyorlardı telefon gelecek diye. Telefonu açtığımızda santral memurlarının kendi aralarında konuşmalarını duyardık. Şartlar şimdi kolaylaştı.
Yiyecek içecek anlamında eski zamanlar daha farklıydı sanırım.
Gençlikte insan herşeye alışıyor. Danforth bölgesindeki Yunan manavlardan alışveriş yapardık. Tabi şimdiki gibi her istediğimizi bulamazdık.


Bugünkü aklınız olsa yine gelir miydiniz?
Bugünkü duruma bakınca gelmemiz doğru olmuş diyorum. Ama o zaman annemi, babamı, kardeşlerimi çok özledim tabi. Her sene gitmeye çalıştık.
Peki çocuklarınız bir sıkıntı yaşadılar mı?
Hayır. Evimizde Türkçe konuştuk. Onlar kendi aralarında İngilizce konuşurlardı. Ama Türkiye’ye gittiğimizde ilk hafta pek konuşmazlardı. Etraftaki çocuklar Türkçelerini beğenmezmiş, İngilizce konuşunca da ukala derlermiş. Sonra zamanla alıştılar tabi. Türkiye’yi çok seviyorlar. Sonuçta orası vatanımız.

Son olarak yeni gelenlere ne tavsiye edersiniz?

Türkan: Eğer işleri yoksa gelmesinler. İş bulmak şimdi çok zor. Eğer iyi bir işi varsa kalsın olduğu yerde. Geldikten sonra ise ne iş bulurlarsa çalışsınlar.
Güney: Yıllar evvel birgün bana bir mektup geldi. Eşi eczacı olan bir bey evini, arabasını satıp tamamen buraya göç etmek istediğini yazmış. Benden onlara Kanada’da bir iş bulmamı istedi. Kim olduğunu anlayamadım ama cevap vermemek de doğru değildi. Bir mektup yazdım. Sevgili kardeşim, gel, sana bir iş buldum. Yalnız bu işi biraz açıklamam lazım. Bu iş benim işim. Ben burada bir mühendis olarak çalışıyorum. Evim veya kendime ait bir işyerim yok. Ben senin işini devralayım, sen de benimkini al, dedim. İlk bakışta biraz gibi algılanabilir ama doğru bir cevap olduğunu düşünmüştüm. Aradan 10 sene geçtikten sonra Türkiye’de kardeşimle bir beyaz eşya üreticisinin yönetim merkezine gittik. Kardeşim beni orada oturan müdür beyle tanıştırdıktan sonra bana mektup yazan kişinin o olduğunu söyledi. O kişi ise bana teşekkür etti.Yeni gelenlere en büyük tavsiyem, dünya vatandaşı olmanın ne demek olduğunu anlamaları ve kabul etmeleri. Burada ne Türk olarak ne de kemikleşmiş bir Kanadalı olup Türkiye’ye yabancı olarak yaşamasınlar.

Özlemek ise herkesin yaşadığı bir duygu. Bunu dert etmesinler. Özledikleri yerlere elbette ulaşmaya çalışsınlar ama ulaşamazlarsa çok üzülmesinler. Bulundukları yerin her zaman en iyi tarafını görsünler. Kötü taraflarını ise düzeltmeye çalışssınlar. En önemlisi ise hayatta tek kişiye karşı sorumlu olduklarını bilsinler: o da kendileri.
Çok teşekkür ediyoruz.

1 Yorum