”Bende bir körlük var: Irk, cinsiyet, diploma, makam ve mevki görmüyorum.”
Hoşgeldiniz. Sizi tanıyabilir miyiz?
Bana herkes Hoca der. İsmim Hojabr Abdolmaleki. Liseyi bitirdikten sonra İran’dan 1966 yılında Türkiye’ye taşındım. Üniversitede eczacılık okuyordum. O zamanlar diplomanın çok önemli olmadığını, insanın diploması ile değerlendirilmemesi gerektiğini düşündüğümden fakülteye çok ağırlık vermemiştim, averaj bir öğrenciydim. Hatta bu arada İran’a gidip, askerliğimi yaptım. Askerliğim esnasında insanların diplomaya ne kadar önem verdiklerini gördüm ve bu durumda elimden gelenin en iyisini yapmaya karar verdim. Türkiye’ye dönüp bitki kimyası dediğimiz fitokimya üzerine ihtisas yaptım. Bu kez o kadar iyi bir öğrenciydim ki herkes beni tanıdı. 1976’da evlenip, tekrar İran’a döndüm. Devrimden önce 19 ay orada kalıp, büyük bir petrol şirketinde başeczacı olarak çalışmaya başladım. Ama birçok sebepten orası kafama göre olmadığı için 1978 Ağustos ayında istifamı verip doktoramı yapmak üzere İstanbul’a geri döndüm. 1982 yılına kadar doktoramı almayı uzattım. Çünkü İran pasaportum yenilenmedi. Ben Türkiye’de kalmak ve akademik çalışmalarımı orada yapmak istiyordum. Eşim de Türk olmasına rağmen olmadı. Sonunda 1984 yılında evrak işlerim tamamlandı ve 1985 Ocak ayında Kanada’ya ailemle birlikte sığınmacı olarak geldim.
Toronto’ya mı geldiniz?
Hayır. Kuzeybatıda Fort Frances kasabasına geldik. Fort Frances, Ontario, Winnipeg ve ABD üçgeninde küçük bir kasaba.
Oraya gitmeyi siz mi seçtiniz?
Hayır, çünkü benim param yoktu. Türkiye’de doktoramı yaparken İran’dan hiçbir mali yardım almadım. Bir yandan araştırma görevlisi olarak çalıştım, bir yandan tercümanlık yaptım. Eşim de hemşireydi. O da evlerde iğne yapmak veya serum takmak gibi işler yapardı. Dolayısıyla buraya geliş biletimizi bile Kanada aldı. Ben, eşim ve iki oğlum için tek yön bilet parası $2200 tuttu. Kanada bize gücümüzün yettiği miktarda ödeme yapabileceğimizi söyledi. Geldikten sonra peyderpeyi borcumuzu ödedik.
Kanada’yı nasıl buldunuz?
Geldiğimizde hava -40 dereceydi. 1.5 metre kar vardı.
Peki ilk zamanlarda geçiminizi nasıl sağladınız?
İlk önce İngilizcemizi güçlendirmek için 3 aylık bir kolej eğitimi aldık. Sonra da şu bu işler demedim, hep çalıştım. Ben hiç devlet yardımı yani welfare almadım.
Küçük bir kasabada ne gibi işler yapabildiniz?
Buz kırdım mesela. Burada yok ama orada 5-6 cm buz tutuyor. Dükkanların önlerinin, kaldırımların veya yaya geçitlerinin buzlarını kırdım. Yaz gelince çim kestim. Bu şekilde saatlik $4’la başladım. Tabi saati doldurabilirsem. Karı koca bu şekilde gece gündüz demeden çalıştık. Kıt kanaat geçindik.
Bu şartlarda gururunuz kırılmadı mı?
Gurur başkasının önünde elimi uzatırsam kırılır. Başkasının önünde başımı eğersem kırılır. Allah’tan başka kimseye başımı eğmem, minnet etmem. Bir şey biliyorum, herşey bir gecede olmuyor. Ailelerimiz yanımızda değildi, herkesten çok uzaktaydık. Mali koşullar çok zordu. Güç istiyor. Maneviyatım yüksektir, yılmam. O şartlar altında bile mücadeleyi hiçbir zaman bırakmadım.
Ne kadar kaldınız orada?
1990 yılına kadar orada yaşadık, sonra Toronto’ya geldik. Etobicoke Browns Line üzerinde bir eczanede çalışmaya başladım.
Peki Türkiye diplomanızı burada nasıl kabul ettirdiniz?
Geldiğimde bütün kağıtlarımı Toronto Üniversitesi’ne gönderdim. Oradan bana ‘Dr Abdolmaleki, doktoranızı bize onaylatmanıza ihtiyacınız yoktur; eczacılık odasına üye olmanız gerekmektedir’ şeklinde bir mektup yolladılar. Tabi hiçbir şey o kadar kolay olmuyor. Odaya kayıt olmaya çalıştığımda birçok imtihana girmem gerekti. Mesela İngilizce için TOEFL imtihanına girmem gerekti. 600 üzerinden 600 aldım. Diğer imtihanlara da girmem gerekiyordu fakat vaktim yoktu, param da yoktu. Fort Frances’de $400 kira veriyordum. Buraya gelince $1200 ödemeye başladım. Günde 14 saat çalıştığım oldu. 3 - 5 sene süren beni hem maddi hem de manevi olarak zorlayan bir imtihan süreci oldu. Ama sonunda o imtihanları da verdim.
Kendi eczanenizi kurmanız nasıl oldu?
Çalıştığım eczane 6-7 şubesi olan küçük bir gruptu. Oradan ayrılıp 24 Ocak 1994 tarihinde Dufferin üzerinde bir eczaneye küçük ortak olarak girdim. Ortaklığım giderek büyüdü. Hatta beni orada tutabilmek için ortaklık payımı giderek arttırdılar. Sonra Burnhamthorpe üzerinde Elite Eczanesi’ni açtım. Kısa bir süre bir önceki eczaneyle ortaklığımı yürüttüm. Sonra Toronto’da bir doktorun sahibi olduğu Clair Gardens isimli bir eczaneye yarı yarıya ortak girdim. Ben geldiğimde zararda olan eczanenin 3 ay içinde bütün borçlarını ödedim, çalışanların ücretlerini verdim. Orası yıllık kirası $90.000 olan bir bina idi. Bunun yerine yine aynı cadde üzerinde aynı doktorla bir binayı satın aldım. Orayı satın alabilmek için Sheppard ve Jane üzerinde açtığım eczanemi sattım. Yıllar içinde birçok eczane kurup, işleri güzel seviyelere getirip sattım. Emekli olana kadar diğer eczaneler bunu takip etti. Danforth üzerinde New Era Eczanesi’nin de içinde bulunduğu 5 aile doktorunun çalıştığı bir klinik açtım. Sonra aynı cadde üzerinde yeni bir bina satın alıp yine aile doktoru hizmeti veren bir klinikle birlikte New Era Eczanesi’ni oraya taşıdım. Tabi arada başka eczaneler de oldu. Gerrard üzerinde Zara Eczanesi, Richmond Hill’de Dara Eczanesi bunlardan bazıları. New Era Eczanesi’ni içindeki klinikle birlikte sattığımdan beri emekliyim.
Yani hep katlanarak büyüdü.
Eğer bir dairen varsa ve üzerine bir kat daha yapmazsan evin hep aynı kalır. Büyük bir birikimim yoktu. Bu eczaneleri açıp, büyütüp sonra satıyordum. Arı gibi çalıştık ama iğnemiz yoktu.
Gülüşmeler…
İstediğiniz yere ancak çok çalışmakla gelebilirdiniz tabi.
Doğrusu istediğim yere gelmedim. Halbuki benim şahsi olarak iki tane madde çıkarmışlığım var: İstanbulin A ve İstanbulin D olarak isimlendirdim onları. Benim istediğim eğitimimi, araştırmalarımı, bitkilerden alacağım faydaları halka vermekti. Gördüğüm en büyük problemlerden bir tanesi bitki kimyası uzmanlığı olmadan ilaç yapılması. Oysa nanenin bile hangi çeşit olduğu ve hangi şartlarda kurutulduğu çok şeyi değiştirir. Bu yapmaca şeylerle burada milyoner de olabilirdim. Kanser çalışmalarında çıkmak istediğim merdivenin daha başlarındaydım ki, buraya geldim. Belki de böylesi daha hayırlı oldu.
Bu arada eşiniz ne yaptı?
Ferdane Türkiye’de hemşireydi. Buranın deyimiyle registered hemşire olup yeniden işini yapabilmek için O da parça parça imtihanlara girdi.
Peki burada çocuk yetiştirmek hakkında neler söylemek istersiniz?
Biz Farsça ve Türkçeyle büyüdük. Çocuklar buraya geldikten iki ay sonra İngilizce ilk dilleri oldu. İster istemez iletişim dilimiz İngilizce oldu. Dilden kaynaklanan problemlerden dolayı birçok ailenin çocuklarıyla komünikasyonunun bozulduğunu gözlemledim. Ortak bir dil kullanılmayınca ortak hedefler de belirlenemiyor.
Sanırım sizin geldiğiniz yıllarda aynı memleketten gelen çok fazla insan da yoktu.
Aslında dünya kadar vardı. Fakat onlar alışveriş merkezlerinde oturup hükümet değiştiriyorlardı. Ben siyasete karışmıyordum çünkü siyaset günlüktür. Ben birlik istiyorum. Bu ipin ucu bizim elimizde, herşey düşünmekle başlar. Para yoksa para yok. Açlık insanı öldürmez. Ama ruhaniyetini kaybetmek mahvedebilir. Ben diplomaya, kağıtlara inanmıyorum. Fakülteden bilgiyi öğrenirsin, insanlığı değil. Sen insansan, davranışların da insanca olmalıdır. Bu yüzden yaşadığımız o küçücük kasabada bile herkesi sevdim. İran’dan, Türkiye’den elişleri getirtip tanıtmaya çalıştık ki dünya birliği olsun, hoşgörü olsun. Onlar da bizi sevdiler. Kusursuz değiliz, elbette hatalarımız, noksanlarımız var fakat yaşamım boyunca herkesi sevdim. Dost, arkadaş bulmak onlara güleryüzle merhaba demekle başlıyor.
Sizin için müşteri – dost ayrımı nasıldı?
Hastalarım benim için asla müşteri olmadılar. Onlar reçeteyi getirdikleri zaman bana akraba gibi bakıyorlardı. Ailelerine, hatta doktora bile bazen hastalığının tümünü söylemeyip, bana bütün güvenlerini veren insanlara ben nasıl müşteri derim. Özellikle lisan eksiği olanların sıkıntılarını doktora ya bir notla ya da telefonla anlattığım hastalarım benim için birer dosttur. Eczanenin gerçek sahibi onladır.
Gurbet duygusuyla nasıl başa çıktınız?
Körlükten bahsederler ya, bende de bir çeşit körlük var. Ben renk, ırk, cinsiyet, öyle şeyleri görmüyorum. Eğitim, makam mevki görmüyorum. Benim toprak körlüğüm de var. Benim için dünya bir topraktır. Kalp dünyamda ise herkesi nerede olursa olsun yaşatıyorum.
Bugünkü aklınız olsa Kanada’ya yine gelir miydiniz?
Gelirdim, hatta daha önce gelirdim. Çünkü savaşlara karşıyım.
Yeni gelenlere ne söylemek isterdiniz?
İlle ki eski şeylerinize takılıp kalmayın, biraz değişikliğe yol verin derdim.
Son olarak sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Bizim eski hastalar demek istemiyorum, eczane sahiplerinin hepsine selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum. 30 seneden fazla zaman beni ayakta tuttukları için teşekkür ediyorum.
Çok teşekkür ederiz.