Ankara Kitaplığı’nın davetlisi olarak Toronto’ya gelen gazeteci, belgesel yapımcısı ve yazar Nebil Özgentürk, Radio Perfect stüdyosunda canlı yayın konuğumuz oldu. Özellikle Bir Yudum İnsan ve Türkiye’nin Hatıra Defteri programlarından tanıyıp sevdiğimiz Özgentürk’le olan söyleşimizi sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz.
Hoşgeldiniz.
Hoşbulduk, Kanada’da çok kültürlü bir ortamda kendimi İstambul’da hissetmekten çok mutlu oldum sevgili Ersoy kardeşim.
Bir Yudum İnsan tadında size sizi soralım. Hikayeniz nerede ve nasıl başladı?
En sevdiğim sorulardan biridir. Ben Adana’ya, çocukluğuma dönmeyi çok seviyorum. Babamı hatırlarım: 20 yaşına kadar okuma yazma öğrenememiş. Askerde bir vesileyle okuma yazma öğrenip 30 yaşına kadar sanki intikam alırcasına önüne çıkan bütün kitapları okumuş bir berber. Ben bu berberin çocuğuyum. O evde büyümüş olmanın talihini ve olanağını hep hissetmişimdir. Babam bu yüzden okutmaya ve anlatmaya meraklı bir adamdı. Ben o anlatma halini babamdan almışım. Hatta Bir Yudum İnsan program isminin bulunmasında babamın çok katkısı vardır. 92 yılında Rıfat Ilgaz’ın oğlu Aydın Ilgaz’ın sahibi olduğu Çınar Yayınevi’nden yaşamları anlattığım bir kitabım çıkacaktı. Babamla birlikte bulduk bu ismi. Büyüdüğüm iki katlı, cumbalı ev şu anda 600 öğrencinin eğitim gördüğü bir yuva oldu babamın sayesinde. Ailecek müthiş bir gurur duyuyoruz. Süleyman Özgentürk Eğitim Birimi isimli bu okulu Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’na hediye ettik. Abilerim, ablalarım 70lerde yurtdışına giderken en küçük çocuk olarak bana yüzlerce kitap bıraktı. Adana’ya yolu düşen sanatçılar bizim evin konukları oldular. Ben de o ortamın dokusuyla liseyi bitirdim. Sonra kendimi Ege’ye attım, sonrasında İstanbul.
Yaşam öykünüze dair internette bir hikaye yok. Nebil Özgentürk’ü aradğımız zaman sadece Adana doğumlu olduğunuz gibi çok genel bilgiler var.
Zaman zaman gazeteci arkadaşlar benimle röportaj yaptıklarında, elimden geldiği kadar konuyu özelden genele çevirirdim. Oğlum doğduğunda özel hayatımın röportajını verdiğim için utanmıştım. Fakat burada itiraf etmek istediğim birşey var. 2002 yılında babamın hikayesini çektim. 3 saat konuştuk babamla. Elimin altında onca imkanlar varken, kendi hikayeni anlatmama terbiyesi bazen duvara tosluyor, ben babamın hikayesini 380 bölümlük belgeselin içine koyamadan babamı kaybettik.
Bazen sevdiklerimiz hep bizimle kalacakmış gibi düşünüyoruz.
Bir Yudum İnsan belgeseli yapma fikri nasıl doğdu?
Önce kitabım yayınlandı. Benim çalıştığım TV’nin genel müdürü Ekrem Çatay, koluma girdi. ‘Nebil, ne güzel yazılar yazıyorsun her haftasonu, gel bunları televizyona taşıyalım’ dedi.
Peki BirYudum İnsan tekrar başlar mı?
Her an kapıda olabilir tabi. Bugünlerde 7 bölümlük Almanya’ya gidenlerin hikayesini sunmaya çalışıyoruz. Ama medyada sorunlar da var. Tabi bu noktada sosyal medyayı da değerlendirmek mümkün. Aklımda 50 bölüm daha yapmak var.
Peki Bir Yudum Nebil Özgentürk yapılacak mı?
Aslında bu sohbetimiz de biraz öyle benim için.
Sizin için belgesel nedir?
Belgesel biraz da ülkeye dair, toplumsal bir meseleyi anlatmaktır. Belgesel, o dönemi fonunda, tarihini anlatmaktır. Ansiklopediden okunacak bilgileri aktarmak değildir. Ben Cem Yılmaz’ın belgeselini yaptım. Cem Yılmaz üzerinden yeni kuşağın mizahını anlatabildim. İnsanların Müslüm Gürses konserinde niye kendilerini
jiletlerdiklerini anlatabildim.
Yani sizin belgesellerinizde biraz da satır araları vardı..
Ne güzel söyledin. Ama tabi bunlar çok büyük paralarla değil, iyi bir ekiple mümkün.
Efsanelere yaşarken değer vermek lazım diyorsunuz. Bir de Biz Kültür Yolcuları isimli bir projeniz var.
4 yıl önce Can Dündar, Coşkun Aral ve ben şöyle bir düşünceyle yola çıktık: bizim birçok kimliğimiz var. Dünyanın en güzel coğrafyasına sahibiz biz. Binlerce yıllık bir uygarlığın üzerinde oturan bizlerin en büyük eksiğimiz biz olmak. Bu hayal değil. Neden bu kimliklerin dünyasını araştırıp, biz’e giden yolculuğu anlatmıyoruz diye düşündük. Biz Kültür Yolcuları böyle çıktı ortaya. Sadece birkaç günlüğüne geldim Kanada’ya. Bence Kanada’nın başarısı, çok kültürlülüğü kabul edip, çok kimliklilik meselesini mesele olmaktan çıkarması. Bu kadar göçmeni bir potada buluşturabilen ender ve özel ülkelerden bir Kanada. İşte biz de o belgeselde ayrımızın gayrımızın olmaması gerektiğini ve kardeşçe yaşamanın büyük bir güzellik olduğunu vermeye çalıştık.
Belgeselini yapamadığınız için içinizde uhde kalan bir isim var mı?
Şaşırtıcı olacak belki ama Elia Kazan. Üstelik elimde büyük bir fırsat varken yapamadım. Bence Amerikan sinemasına Marlon Brando’yu katan Kayseri’de doğmuş bir Rum. Onunla New York’ta karşılaştığım halde fırsatı değerlendirmediğime hala üzülürüm.
Bundan sonraki projelerinizi anlatır mısınız?
Az evvel bahsettiğim Almanya’ya Göçün Hatıra Defteri belgeselinin galasını 20 Ocak’ta Köln’de yapıyoruz. Galamıza Zülfü Livaneli, Halit Ergenç, Melike Demirağ, Genco Erkal, Rutkay Aziz ve Leman Sam katılacaklar. Aynı günlerde Nazım Hikmet’in doğumgününü kutlayacağız.
Kanada’nın da belgeselini yapmak isterim. İnsanların buraya mülteci olarak gelip evsahipliği hissini yaşamalarını çok sevdim.
Bir de bunu ilk defa söylüyorum. Zülfü Livaneli’nin Huzursuzluk romanı var. Şu ana kadar Türkiye’de 500bine yakın sattı ve 15 ayrı dile çevrildi. Onun sinema filmini yapıyoruz.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Sizin gibi yürekli, adaletli vicdanlı kardeşlerimle iyiki tanıştım.