Paylaş

‘Herşeyin başı önce sıhhat, sonra karakter’

Hoşgeldiniz. Nasılsınız?
Teşekkürler. Sen de hoşgeldin Ayşegül
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Hay hay. Liseyi bitirdikten sonra 1956 senesinde okumaya geldim Kanada’ya. Geliş sebeplerimin en başında abimin burada olması geliyordu. 1 sene kadar üniversite parasını toplamak için çalıştım. 57’de üniversiteye başladım. Üniversite 4 sene sürdü. 61’de inşaat fakültesinden mezun oldum. 1,5 sene kadar bir mühendislik firmasında çalıştıktan sonra askerliğimi yapmak için Türkiye’ye döndüm. Ama askerlik 2 seneden fazla sürdü.
Eskiden o kadar uzun muydu askerlik?
Enteresandır, ben 18 ay diye yola çıkmıştım. Frankfurt’ta uçak değiştirdiğimde yanıma oturan arkadaşla konuşurken 2 senenin zor geçtiğini söyledi. Meğer askerlik 2 seneye çıkmış. Askerliğimin bitmesine 15 gün kala Kıbrıs Harekatı başladı ve bizim terhislerimizi iptal ettiler. Hatta ben de nöbetçi subaydım o sırada, emri ben yazdım. Uzun lafın kısası 25 ay askerlik yaptım. 
Uzun bir askerlik dönemi olmuş.
Evet, yapmayanlar için de yaptım.
Gülüşmeler…
Bu arada Ankara’da Bezen’le tanıştım. Evlendik. Bezen Bursa’lı. Bu şekilde ve bir şekilde yarı Bursa’lı olmuş oldum. Evlendikten sonra 1 ay kadar Türkiye’de kaldık. Sonra tekrar Kanada’ya döndük. 
 
Üniversiteye gitmek için çalışmanız gerektiği dikkatimi çekti. Genelde eskiden Kanada’ya sadece varlıklı ailelerin gelebildiği gibi bir imaj vardır oysa. 
Hiç alakası yok. Benim için geçerli olmayan bir kanı o. Babam ziraat mühendisiydi, annem ilkokul öğretmeniydi. Fakat her ikisi de hem benim hem abimin dışarıda okumalarını arzu etmişlerdi. Üniversite ücretleri o kadar fazla değildi o zamanlar, fakat yine de gerekli masrafları karşılayacak şekilde para biriktirmek için ilk sene çalışmam icap etti. 
 
Her ne kadar abiniz burada olsa da bir yabancı olarak buradaki ilk gözlemleriniz nelerdi?
Burası her bakımdan benim çok hoşuma gitti. Sadece insanlar arasındaki münasebetlerin çok soğuk olduğunu hissettim. Bu münasebetlerin bizdeki kadar candan ve içten olmadığını hissettim.
 
Toronto nasıl bir şehirdi o yıllarda?
Toronto o zamanlar şimdiki gibi karışık bir şehir değildi. Anglosakson bir muhitti. Mesela Pazar günleri insanların kiliselere gitmeleri için spor müsabakaları ve sinemalar olmazdı. Tabi geçtiğimiz senelerde bilhassa dışarıdan gelen göçmenlerin tesiriyle bu tip kurallar yumuşadı ya da kalktı. 
Peki herhangi bir dışlanma ya da ayrımcılık yaşadınız mı?
Hayır. Her ne kadar kullandığım lisan o zamanlar lisede öğrendiğim İngilizceden ibaret idiyse de beni ilk seneler idare etti diyebilirim. 
İngilizceniz yeterli olmadan üniversiteye nasıl girebildiniz?
Geldikten sonraki 1 senelik çalışmam bana çok yardımcı oldu. 4 kişilik ekibimizin 3’ü Kanada’lı olduğu için İngilizce konuşmak mecburiyetindeydim. Bir anlamda iyi oldu. Çünkü öteki türlü birçok insanın yaptığı gibi sadece kendi toplumumun içinde kalacaktım. 
Üniversiteye girmek şimdiki gibi zor muydu?
Giriş sınavları yoktu. Tamamen Türkiye’den aldığınız notlara bakıyorlardı. Denklik almak ya da herhangi bir sıkıntı çekmeden 1. sınıfa girdim.  
Peki iş bulmakta sıkıntı çektiniz mi?
Onda da sıkıntı çekmedim. Tabi bilgisayarlar, internet gibi araçlar yoktu. Gazete ilanlarını takip ederek, hatırladığım kadarıyla 1 hafta içinde bir iş buldum. 1 sene çalıştıktan sonra da Türkiye’ye gittim. 
 
O zaman söz sırası Bezen hanımda. Nasıl tanıştınız?
Ankara’da Dil Tarih Coğrafya fakültesinde okuyordum. Ortak arkadaşlarımız aracılığıyla tanıştık. Sonrasında çıkmaya başladık. Babasıyla birlikte ailemle tanışmaya gelecekleri gün Bursa’da onların geçmeleri gereken dere sel sebebiyle kapanmış. Ama onlar kimse cesaret edemezken arabayla dereyi geçmeyi başarmışlar.  
Maceralı bir başlangıç olmuş yani. 
Kısmetmiş. Sonra evlenip Kanada’ya gelmeye karar verdik. Annemi babamı düşünüyorum da ne kadar zormuş onlar için. Biz Kanada’ya gittiğimiz için annem neler neler almış bana üşümeyeyim diye. Buzulları düşünüyor tabi. Biz geldik, onların hiçbirisini kullanamadım. Evler sıcak, sokaklar temizleniyor. Beklediğimiz gibi değilmiş. Anneme beni merak etme, ben çok iyiyim diye yazdım. İçi rahat etmişti. Sonradan düşünüyor insan, bir anne olarak evladını bu kadar uzağa göndermenin ne kadar zor olduğunu. 
Evet, şimdi çok hızlı haberleşebiliyoruz. Mektup beklemeyi hayal bile edemiyorum. 
Yaman: Bir de telefon vardı esasında. Fakat o kadar zordu ki Türkiye’ye telefon etmek. İlk önce Montreal’e ederdik, Montreal Atina’ya bağlardı. Atina’daki operatör Türkiye’yi bağlardı. Aşağı yukarı 2 saat falan sürerdi. 
Oldukça da masraflı olsa gerek.
Bağlantı ücreti yoktu. Karşı tarafla konuşmaya başladıktan saat işlemeye başlardı. 
Teknolojinin uzaklığı yakın kılması ne kadar güzel.  Peki buraya ilk geldiğiniz zamanlarda, teknoloji de şimdiki gibi gelişmemişken burada başka Türklerle nasıl iletişime geçtiniz?
Çok zor oldu esasında. Çünkü yoktu kimse. 10 kişiydik. Bir tek College ve Yonge caddelerinin köşesinde bir kahve vardı. O kahvede buluşurduk birkaç günde bir. Yeni gelen arkadaşlarımızı da oraya getirirdik. Bir seferinde yine başka Türk olmadığından konuşurken, peki dedik nerede ne yakın Türkler; bir tanesi Detroit’te yaşayan çok Türk olduğunu söyledi. Vakti zamanında araba fabrikalarında çalışmak için gelip oraya yerleşmişler. Birgün Budak isimli bir arkadaşla beraber Detroit’e Türk aramaya gittik. Onların Yonge gibi bir anacaddelerine çıkıp 5 aşağı 5 yukarı yürümeye karar verdik. Belki yanımızdan Türkçe konuşan birileri geçer diye düşünüyorduk. Yaklaşık 1,5 saat yürüdükten ve gelen geçenin hangi dili konuştuğunu anlamaya çalışarak yürüdükten sonra 2 kişi Türkçe konuşarak yanımızdan geçtiler. Hemen tanıştık. Bizi yakındaki bir kahveye götürdüler. Saat akşam 11 olmuştu. Tavla sesleri gelmeye başlayınca doğru yerdeyiz dedik. Laf lafı açtı, sabaha karşı 4 falan oldu. Tam artık ayrılmak üzereyken nereli olduğumuzu sordu oradaki bey. Yanımdaki arkadaşım İstanbul’luydu. Ben Niğde doğumlu olduğumu söyleyince, seni hiçbir yere bırakmam dedi. Bir Niğde’li arkadaşı varmış, muhakkak onunla tanışmanı isterim dedi. Gece saat 4:30’da o adaın evine gittik. 

Adamcağız hanımını kaldırmış, o saatte sofra kurdular bize. Bu şekilde Türkleri bulduk yani. Ondan sonra buradaki insanlar çoğaldı tabi. 

Ne kadar güzel anılarınız olmuş…
Bilhassa 72’den sonra buraya göç dalgası arttı. 
Bezen hanımla evlenip Kanada’ya beraber geldikten sonra neler yaptınız?
Döndükten sonra ben master yapmak istiyordum. Üniversiteye tekrar müracaat ettim. Fakat bu arada çalışmam icap ediyordu. Toronto Belediyesi’nde bir iş buldum. Onlarla yaptığım anlaşmaya göre haftada iki gün üniversiteye gitme imkanı tanıdılar bana eksik olmasınlar. 2,5 senede master bitti. Sonra orada çalışmaya devam ettim. 5 senelik bir aranın dışında bu kez North York Belediyesi’nde çalışma hayatım devam etti.  
North York ve Toronto farklı belediyeler miydi?
Evet, Toronto o zamanlar 13 tane farklı belediyeden ibaretti. Bu 13 belediye zamanla 6 belediye haline indi. 1999 senesinde ise tek belediye haline geldi. North York Belediyesi’ne beni inşaat müdürlüğü şefi olarak tayin ettiler. Oradan da emekli oldum. 
Sanırım bu alanda güzel bir girişiminiz de oldu.
Şimdi o mevzuu uzun sürebilir. Kısaca şöyle anlatabilirim. O sıralarda Geceyarısı Ekspresi isimli Türkiye hakkında ters bir imaj yaratan film beni ve arkadaşlarımı oldukça rahatsız etmişti. Ben de buradaki insanlara ve bilhassa politikacılara Türkiye’yi doğru tanıtmak arzusuyla yola çıkarak, çalıştığım belediyeyle Türkiye’deki bir belediyeyi kardeş şehir haline getirmek ve bu şekilde iki ülkenin birbirlerini en yakından tanımalarını temin etmek için çalıştım. Bu gayeyle 2 senelik bir çalışmadan sonra North York Belediyesi ve Ankara’da Çankaya Belediyesi birlikteliği oldu.
İlk seyahatimizi yaklaşık 32 kişilik bir grupla Çankaya’ya yaptık. Tabi bizim misafirperverliğimiz dünyaca meşhur bir gelenek. Eksik olmasınlar o geleneği çok güzel bir şekilde gösterdiler. 6 ay sonra bu sefer Çankaya’yan bir heyet Toronto’ya geldi.
Şu anda bu politikacıların 2 tanesi Ottawa’da milletvekili, 3 tanesi Ontario’da. Neredeyse Türk aşığıdır diyebileceğim kadar bizlere yakın politikacılar oldular. 
Yani ön ayak olduğunuz bu proje, dolayısıyla bu 1 kerelik bir etkinlik değil, etkileri uzun süren bir girişim oldu. 
Halen pozitif etkileri var tabi. 
Tüm toplumumuz adına teşekkür ederiz. 
 
Peki ne gibi sosyal aktiviteleriniz vardı? 
Türk kültürünü mümkün olduğu kadar burada koruyabilmek için evvela burada bir cemiyet kurmamız icap etti. Turkish Canadian Frienship Association kuruldu, aşağı yukarı 50-55 sene evvel. Tamamen gayemiz buradaki Türkleri biraraya getirmek ve mümkün olduğu kadar Türkiye’yi burada tanıtmaktı. Bloor ve Lansdowne civarında bir binanın alt katını tutmuştuk. 5-6 senelik bir müddet orası bir lokal gibi devam etti. Sonra denildi ki, bu tam bizim yapmak istediğimiz şeylere cevap veren bir kuruluş değil; bunu daha genişletelim, daha kültürel bir kuruluş haline getirelim. O zaman işte Türk Kültür ve Folklor Cemiyeti kuruldu ve hala devam ediyor. Bu kuruluşun çeşitli faaliyetleri oldu. Ben de uzun bir müddet kuruluşun bünyesindeydim. Tiyatroda oynayacak kadar yetenekli  bir tarafım olduğunu görüp, davet etmişlerdi, eksik olmasınlar. Hatta bir defasında 15 saniyelik bir rol vermişlerdi.
Gülüşmeler…
O beni çok memnun etmişti. Yaptığım tek şey o 15 saniye içinde sahneye çıkıp ‘Berhudar ol evladım’ demek idi. Hala hatırlıyorum ve hala bekliyorum beni tekrar davet etmelerini. Öyle bir davet şu ana kadar gelmedi.
Gülüşmeler…
Yaptığımız faaliyetlerin içinde küçükler ve büyükler için 8-9 tane tiyatro eseri vardı. Hababam Sınıfı, Kanlı Nigar, Beyoğlu Beyoğlu ve Gitmek mi Zor Kalmak mı gibi eserler muvaffakiyetle sergilendi. Maalesef şu anda bu tip aktiviteler olmuyor.Bu eserler genelde 3 gün boyunca sergilenirdi ve gelen izleyici sayısı 600 kadardı. Şimdiki teknolojik imkanlar olmamasına rağmen oldukça iyi bir şekilde duyurabiliyorduk yapacağımız aktiviteleri. Mektupla ulaşıyorduk insanlara. 
 
Sanki o zamanlar toplum olma bilinci daha fazlaymış.
Doğru. O zamana kadar hiçbirimiz sahne dekoru yapmamıştık, yapıldı. Medeni cesaretimiz daha fazlaydı sanırım. 
Tiyatrodan başka neler yapıldı?
Caravan festivali, piknikler, özel günlerin kutlanması gibi aktiviteler vardı. Hatta bir de Sesimiz ismiyle gazetemiz vardı. Cemiyet kurulduktan herhalde 2-3 sene sonra buradaki insanlarla telefon ya da mektup haricinde iletişim kurmak amacıyla bir mecmua çıkarmak istedik. Neticede Sesimiz isimli bir mecmua çıkarmaya karar verdik. Yazarlarımız elle yazıyor, biz o yazıları tekrar tape ediyorduk. Bunların bastırılması, bastırılan mecmuaların pullarının yapıştırılması, adreslerinin yazılması gibi işler o andaki çalışan arkadaşların özverileriyle ortaya çıktı. Aşağı yukarı 7-8 sene evvela ayda bir, sonra 3 ayda bir Sesimiz mecmuası yayınlandı ve elimizdeki bütün adreslere bila ücret postalandı. Vancouver’dan dahi mecmuayı alan ve teşekkür eden insanlar vardı. 
Neden devam etmedi?
İhtiyaç kalmadı. Çünkü bilgisayarlar ve dijital ortam yavaş yavaş devreye girmeye başladı. 
Tüm bu faaliyetler olurken bir yandan da aile yaşamınız var tabi.
Tabi. Eşim, 2 çocuğumuz ve 2 de torunumuz var. 
Maşallah. Bezen hanım, siz geldiğinizde İngilizce biliyor muydunuz?
Biraz biliyordum. Kendi işlerimi yapabilecek kadar biliyordum, ama pratiğim yoktu. Zamanla lisanım gelişti. 
Muhakkak zorlukları da olmuştur. 
Geldiğimde tabiki zorluklar oldu. Yaman’ın abisinin burada olması bize çok kuvvet oldu. İlk 1 ay onlarla kaldık, sonra evimizi kiraladık. Ben sekreterlik kursuna yazıldım. O bayağı faydali oldu bana. Aynı zamanda daktilo öğrendim. Sonra ben de çalışmaya başladım. İlk çocuğumuz doğana kadar çalıştım. 
Çocuk bakımı konusunda yardımcınız var mıydı?
Anneanneler, babaanneler yoktu. Fakat gençliğimiz vardı. Arkadaşlarımız bir nevi ailemiz olmuştu. Çünkü burada beraber büyüdük onlarla. Onların da çocukları vardı, benim de. Hiç üşenmezdik, gezmelere giderdik hep birlikte. Haftasonu pikniklere giderdik, ev ziyaretleri yapardık. Çocuklar bir odada oynarlardı, biz de bir odada otururduk sohbet ederdik. Çocuksuz gidilecek bir yere gittiğimizde bir arkadaşım yardım ederdi. Ben de bir başka sefer onun çocuklarına bakardım. O bakımdan hakikaten şanslıymışız, çocuklarımız çok rahat büyüdüler. 
Yaman: Evlerimizde epey kalabalık gruplar olarak toplanırdık. Hatta buradaki kurmay okuluna Türkiye’den eğitim için gelen yüzbaşı ya da binbaşı rütbesindeki subaylardan da katılanlar olmuştu. 
Türkiye’den buraya subaylar mı geliyordu?
Onlara burada ev bulmak, araba almak, sigorta vesaire işleri için gönüllü olarak danışma hizmeti veriyordum. Bir keresinde burada Canadian Forces College bünyesinde Tütk mutfağını tanıtmak amacıyla bir organizasyon yapmıştık. Sonra diğer ülkelerden gelen subaylar da benzer faaliyetler düzenlediler. Kanada bu alana ayrılan fonu kesene kadar devam etti bu faaliyetler. 
Siz senelerce kültür elçiliğimizi yapmışsınız.
Biraz öyle oldu tabi. O şekilde bakmadım kendime pek tabi ama ihtiyaçlara karşılık verecek şekilde bir takım faaliyetler yaptık. Bu ihtiyaçlar da hep bir şekilde Türkiye’yi ve Türkleri Kanadalılar’ın doğru dürüst tanımalını temin etmek gayesiyle yapıldı. Hiçbirinde en ufak bir maddi kazanç beklenmedi. Bütün arkadaşlar da aynı şekilde katkıda bulundular. 
 
Ne kadar güzel günlermiş.
Bezen: Hakikaten geriye bakınca öyleymiş diyoruz. 
Özlüyor musunuz o günleri?
Yaman: Özlemiyor değilim. Ama maalesef daha da fazla olması icap ederken şu anda pek göremiyorum bu tip faaliyetleri. 
Evet, sayımız ve insan gücü çok daha arttı. Erişim alanımız da çok daha geniş üstelik. 
Tabi. Bunun nedenini birisinin tahlil etmesi lazım. İmkanlarımız fazla, sayımız fazla. Yeteneğimiz çok daha fazla. Bunlara bakarak, niye biz daha iyilerini yapamıyoruz deyip bu soruya bir cevap bulunması gerekir. Bizim en çok arzu ettiğimiz şeylerden biri bizim başlattıklarımızı başkalarının daha iyi şekilde yürütmeleriydi. 
 
Geriye dönüp baktığınızda iyiki gelmişim diyor musunuz?
Valla Ayşegül, gelmeseydim mutlaka başka türlü bir hayatım olurdu. Belki daha iyi olurdu, belki olmazdı. Ama 62 yıldır Kanada’da yaşıyorum ve iyiki gelmişim diyorum. 
Peki içinizde uhde kalan birşey oldu mu?
Tiyatroda bana bir daha rol gelmesini bekliyorum.
 
Son sorum: 62 yıl içinde Türkiye’den çok geniş bir göçmen profili görmüş olmalısınız. Yeni gelenlere ne tavsiye edersiniz?
Ben araba tamircisinden tutun da üniversitede profesör olan şahıslara kadar hepimizi bir bütün olarak gördüm. Herkesin kendine göre farklı yetenekleri var. Dolayısıyla herkesin bir katkısı var. Yeni gelenlere ise genelde en kısa zamanda burada uyum sağlamalarını temin edecek yollar bulmalarını tavsiye ederim. Bu ne demek? Mesela iş arama hususunda burada bir takım firmalar var, insanlar var. Yol gösteriyorlar, yardım ediyorlar. İlerideki çalışmalarında istedikleri yere gelebilmeleri için yardım almalarını tavsiye ederim. İkincisi özellikle ilk senelerde iş seçme mevzusunda fazla bir ayırım yapmamaları iyi olur. İnsanlar ömürleri boyunca 8-9 tane iş değiştiriyorlarmış. 30 sene boyunca aynı işi yapmak zorunda değiller. Bilhassa Kanada tecrübesi denen şeyi kazanabilmek için ilk zamanlarda iş seçmemeleri kendi açılarından faydalı olur. Üçüncüsü ise yine iş hayatında, ellerindeki diplomanın her zaman yeterli olacağını tahmin dahi etmemeleri lazım. Çünkü her 7 senede bir, daha evvel bildiklerini unutman icap ediyormuş, yeni çıkan metodlar dolayısıyla. O bakımdan yeni gelenlerin mesleki bilgilerini devamlı güncellemeleri ve sadece onunla yetinmeyip, bir de yeni çıkan mevzularla alakalı olmaları bence ilerisi için faydalı olur. 
Bunun haricinde Kanada hakikaten her bakımdan iyi bir memleket. Çeşitli imkanlar veren bir memleket. Bu imkanlardan mümkün olduğu kadar isitfade etmek her yeni gelen bir hedef olması lazım. 
Teşekkür ederiz.